Zeka ve eğitim düzeyinden daha fazla hayat başarısına katkıda bulunan özellik dayanıklılıktır. Dayanıklılık kavramı akla ilk olarak fiziki dayanıklılığı getirir ancak fiziksel dayanıklılığı da geliştiren ve pekiştiren duygusal dayanıklılıktır. Bu yazı, son yıllarda daha çok önem kazanmış olan duygusal dayanıklılığı, kendi yaşam yolculuğumdan çıkardığım izlenimlere dayanarak anlatıyor.
Duygusal dayanıklılık hem bireyler hem de kurumlar için geçerli olan bir kavram. Bazı insanların zorluk dolu hayatlarına karşın yaşama sevincini koruyup ve sağlıklı olarak hayatlarını sürdürdüklerini, bazılarının ise zorluklar karşısında kolayca ümitsizliğe kapıldığını, geri çekilip pes ettiğine anlam vermekte zorlanırız. Bu konulara, meslek hayatımızın başında stres konusundaki araştırmaları okurken, cevap bulmaya çalışırdık. Öneklerimiz hayatları sadece kendi ailelerinin sorunlarını değil, ülkelerinin varoluş mücadelesindeki duygusal yükleri taşımalarına rağmen, uzun ve sağlıklı hayatlar yaşayan İsmet İnönü, Winston Churchill gibi tarihi kişiliklerdi. “Bazı insanların strese daha dayanıklı olduğu bilinmektedir. Örneğin, bütün bir ulusun sorumluluğunu ve kaderini sırtında taşımış birçok devlet adamı hem uzun hem de sağlıklı bir yaşam sürmüştür. Bu konuda en çarpıcı örnekler, İsmet İnönü ve Winston Churchill’dir. Gerek İnönü, gerek Churchill üstlendikleri sorumlulukları ve mücadeleleri hayatlarının bir parçası olarak kabul etmiş, güçlükleri kendi bedenlerine yansıtmamayı başarmış insanlardır. Bu güçlü kişilikler gerçek savaşları, bir satranç oyunu gibi görmüşlerdir. Oysa birçok kişi, bir satranç oyunu gerçek bir savaş gibi algılanmaktadır.
Hayata hazırlık sadece eğitim dönemindeki sınavların üstesinden gelmekle sınırlı bir süreç değil. Duygusal dayanıklılık veya yılmazlık ancak kişi sınandıkça, zorlandıkça ve konfor alanının dışına çıktıkça gelişen bir özellik. Bazı insanların buna doğuştan hazırlıklı olduğunu söyleyen araştırmacılar olmuş ancak bu özellik önemli ölçüde hayat içinde gelişiyor. Çünkü yılmazlık hayat başarısı konusunda diploma, deneyim ve mesleki teknik bilgiden çok daha önemli rol oynuyor. Bunun en somut örneği çok dezavantajlı ortamlardan geldikleri halde, yaşadıkları güçlüklere takılmayıp mücadele sürecinde birçok yetkinlik kazanarak hem hayatını zenginleştiren hem de başarılı olan insanların varlığıdır.
Duygusal dayanıklılığı yüksek kişilerin üç temel özellik gözlenir.
Gerçeği kabullenmek: Duygusal dayanıklılık konusunda yazanların önemli bir bölümü iyimserliği en başa koyarlar. Oysa bu son derece yanıltıcıdır. Örneğin Vietkong’un esir kampında sekiz yıl geçiren Jim Stokdale “Kamptan kimler kurtulamadı?” sorusuna “İyimserler” cevabını vermiştir. “Çünkü onlar Noel’de kurtulacaklarını düşünüyordu. Bu gerçekleşmeyince kurtuluş tarihi Paskalya, bu olmayınca 4 Temmuz, bu da olmayınca Şükran Gününü sevdiklerine kavuşma günü olarak düşünüyorlardı. Noeller gelip geçtikçe bu arkadaşlarımız umutsuzluk, keder ve hayal kırıklığından öldü. İyimserlik bazı durumlarda yardımcı olsa da çok kere problemleri görmezden gelmeye, ertelemeye ve sorunun ağırlaşmasına neden olur. Olumsuz durumlarda soğukkanlılık ve bazen de ölçülü bir karamsarlıkla umabileceğimiz en iyi olasılık gerçekleşmezse muhtemel B ve hatta C planlarını hazırlamak daha akılcı bir yoldur.
İyimserlik ve inkarcılık sorunları çözmez. Kendimize sormamız gereken soru “İçinde bulunduğum durumun gerçeklerini tam anlamıyla anlıyor ve bunun doğurabileceği sonuçları kabulleniyor muyum?” “Düşündüğüm çözüm ‘ya olmazsa’ yedek planım ne?” Bu yaklaşma Jim Collins yararlı paranoya der ve Amundsen’in Güney Kutbu yolculuğundaki başarısının üç temel sebebinden biri olarak görür.
Hiç şüphesiz bu konudaki en istisnai örnek Victor Frankl’dır. O’na göre çalışma kamplarında hayatta kalanlar kendilerine “plastik kalkan” geliştirenler olmuştur. Frankl yaşadığı sıkıntılı günlerde daha sonra “logo terapi” adını vereceği yöntemi tasarladığını ve bu yaşantılarını insanlarla paylaşacağı günleri hayal ederek hayatta kaldığını söylemiştir. “İnsanın Anlam Arayışı” kitabında, kurduğu bu hayalin acılarını ikinci plana atmasına imkan verdiğini yazmıştır. Bu kitabı yazma ve terapötik bir yöntem geliştirme fikri, değiştirilmesi imkansız bir kaderi yaşarken bile, hayatta kalmak için bir neden bulunabileceğini göstermiştir.
Ders çıkartmak: Bir bakıma gerçekleri görmek ve ders çıkartmak birbirleriyle yakından ilişkilidir. Birçok insan olumsuz bir durumla karşılaştığında kurban anlayışına sığınır ve “bu durum benim başıma neden geldi?” veya “Neden ben?” kısır döngüsüne sıkışır. Oysa duygusal dayanıklılığı yüksek insanlar çektikleri sıkıntıları aşıp, karşılaştıkları güçlüklerin üstesinden geldikleri yolculukta yeni beceriler kazanır ve potansiyellerinin farkında olmadıkları yönlerini keşfederler. Böylece hem şimdiki zamanı hem de geleceğe doğru kurdukları sağlam köprü ilerideki engelleri karşılarken onlara güç ve yeterlilik duygusu verir.
Anlam bulmak: Hayatı anlamlandırmak kolay değildir. Yaptığım seminer çalışmalarında “Hayattaki varlık sebebinizi bir cümleyle yazın” dediğimde insanların büyük bölünün çok zorlandığını ve kendilerini de memnun etmeyen cevaplar verdiğini biliyorum. Hayatı anlamlandıran, kararlar için pusula olan ve mücadele gücü veren değerlerdir. Birçok kişinin değerleri uğruna acı çektiğini ve bu acının onlara mutluluk verdiği bilinir. Örneğin Nietzsche’nin kavram olarak çok duyulmuş ancak gerçek anlamını çok az kişinin bildiği ’übermensch’ (üstün insan) kavramı da bu özelliğe işaret eder. Nietzsche übermensch’i “Kendini, belirlediği hedeflere adayan ve acı çekmenin, anlaşılması zor bir mutluluk sırrını öğrenmenin anahtarı olarak gören kişi” diye tanımlar ve şöyle devam eder; “Büyük şeyler için çabalamanın riskinden çekinen bir dünya, yüksek değerlerden uzak duran ve sıradanlığı kucaklayan bir dünyadır”. “Mükemmeli aramak ve gerekirse ölmek”, ‘İradenin Zaferi’ eserinin ana fikridir.
Güçlü bir değer sistemi, olayları yorumlamak ve harekete geçmek için pusula görevi görür. İnsanlar zor bir durumla karşılaştıkları zaman şu üç soruya cevap ararlar. “Ben kimim?”, “Bu nasıl bir durum?”, ve “Benim gibi bu durumda ne yapar?” Değerler bu üç soruya verilecek cevaba ve bunun sonucunda davranışa yön verir. Bir bakıma kitaplı din ve kitapsız inanç sistemlerinin bugüne kadar çeşitli sarsıntı ve saldırılara rağmen ayakta kalmasının ve varlığını sürdürmesinin nedeni üzerlerine kuruldukları değerler sistemidir.
Olumlu tutum ve disiplin: Duygusal esnekliğin ana dayanağı olumlu tutumdur. Olumlu tutum içinde olanlar, en zor ve çaresiz gibi gözüken durumda bile “şu anda iyi olan ne?” sorusunu sorarak başlar. Bu ifade toplumda kötü yaşantısı olanlara verilen “haline şükret” tesellisinin ötesinde bir yaklaşımdır. Olumlu tutum bir anlamda elde olanlarla yeni bir şey üretme becerisidir. Yaşanan bir olumsuzluk karşısında çok kere insanlar kendilerini çaresiz hisseder ve olmuş olana takılırlar. “Olmasaydı…, şansızlık…, beni buldu…, oradan geçmeseydim…, bunu yapmasaydı…” gibi, yararı olmayan ve sorunu çözmeye katkısı olmayacak kısır bir döngü içine sıkışırlar. Oysa en zor durumda bile kişinin üzerine basarak yükseleceği ve sorunu çözmek için yararlanabileceği kaynakları vardır. “Şu anda iyi olan ne? Sorusu bu kaynakları hatırlamaya yardımcı olur. Olumlu tutum, kişinin zihinsel ve duygusal enerjisini olmuş olana değil, olacak olana odaklamasını sağlar. Bu düşünce biçimini refleks haline getirenler en zor durumlarda bile zihinlerini yeni ve farklı çözümler üretmeye odaklarlar. Örneğin, banka soygununda yaralanan birinin, şanssızlığına takılıp kalacağına; olay yerinden ilk çıkan olma, bankadan alacağı tazminatı düşünme, bundan sonra anlatacağı bir hikayesi olacağına odaklanması gibi.
Gençlerde duygusal dayanıklılık
Gençlerin çocukluklarından başlayarak koruyucu bir aile ortamında yetişmiş olmak, duygusal dayanıklılık ve özyeterlilik geliştirmek konusunda en büyük engeldir. Ev işi yaparak ailenin refahına değil hayatına ortak olmak, yaz tatillerinde çalışmak, öğrenci kulüplerinde görev almak, sivil toplum kuruluşlarında çalışmak, düzenli ve sportif bir etkinlik içinde bulunmak, duygusal dayanıklılık geliştirmek için imkan sunar. Böyle bir etkinlik içinde olan gençler yardımlaşmak ve sorumluluk almak konusunda büyük bir potansiyele sahip olurlar.
Sonuç: Duygusal esnekliğe sahip kişiler zor durumlarda umutsuzluğa kapılmaz, şikayet etmez, yaşanan zorluklardan bir anlam çıkartmaya çalışır, çözüm üretir ve yaşanan olumsuzlukları gelişme yolunda bir fırsat olarak görür. Bunun sonucunda da daha sonra karşılaştıkları zorluklar için öz yeterlilik geliştirirler.
Prof. Dr. Acar BALTAŞ
Kaynak:https://www.acarbaltas.com