Ünlü matematikçi Paul Erdös, “Matematikçi kahveyi teoreme dönüştüren bir makinedir” demiştir. Çok az uyku uyuması ve çok sayıda kahve içmesi ile bilinen Erdös, aynı zamanda 20. yüzyılın en üretken matematikçilerinden biri olarak bilinir. 83 yaşında Varşova’da katıldığı bir matematik konferansında kalp krizinden ölene kadar matematik çalışmaya devam etmiştir.
Erdös kadar yoğun olmasa da bugün dünyanın büyük metropollerinde yaşayan/çalışan pek çok kişi güne kahve içmeden başlayamıyor. Özellikle büyük şehirlerde karşımıza çıkan kahve zincirlerinin de bu tüketimde azımsanamayacak kadar çok etkisi var.
Peki her gün tükettiğimiz bu kahvenin mental bozukluk oluşturabileceğini biliyor musunuz?
Amerikan Psikiyatri birliğinin en son yayınladığı mental bozuklukları sınıflandırma sisteminin 5. baskısında (DSM-5) kafein yoksunluğu ilk defa bir mental bozukluk olarak yerini almıştır. İlk olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde ruhsal bozukluklar hakkında istatistik ve bilgi toplamak amacıyla oluşturulan DSM, bugün tüm dünyada psikiyatristlerin başvurduğu tanı kitabıdır. 2013’te yayınlanan son kılavuzda “Kafeinle İlişkili Bozukluklar” altında yer alan kafein yoksunluğunun mental bozukluk olarak değerlendirilmesinin sebebi, kafein alımını bıraktıktan 24 saat sonra baş ağrısı, yorgunluk, kolay kızma vb. belirtilerdir.
Peki her gün tükettiğimiz kahvenin 24 saatlik yoksunluğundan sonra oluşan yorgunluk, huzursuzluk gibi belirtileri mental bozukluk olarak değerlendirmek ne kadar doğrudur? Bunun bozukluk olarak değerlendirilmemesi görüşünü savunan bir grup, insan metabolizmasının günler, en geç haftalar içinde kafein kesilmesinden doğan belirtileri toparlayabileceği görüşünde. Bu gruba göre ortaya atılan her yeni ruhsal bozukluk insanların daha iyi bir hayat sürmelerine değil, ilaç firmalarının daha çok ilaç satmalarına hizmet ediyor.
Bütün bu karşıt görüşler, bir fincan kahvenin 40 yıl hatırına karşı, bir fincan kahvesizliğin 40 semptomu mücadelesinin bir süre daha(en azından DSM-6 yayınlanana kadar) devam edeceğini gösteriyor.